www.asenaalperen.tr.gg
  ŞEHİT MEKTUPLARI
 

Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne..(alıntı)


Ana bu sabah yine erken uyandık
Botları boyadık,düzeni yaptık
Sabah sabah iştimada dimdik ayaktaydık
Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne

Bir emir geldi babacan komutandan
Araçlara bindik tam teşhizat hep bir andan
Karamanlı başladı dua okumaya ağzından
Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne

Mataramda ki su sanki zem zemdi
Tetiğim gül oya,süngüm bir çiçekti
Yüreğimde ki sevda daha bir depreşti
Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne

Sen geldin aklıma giderken göreve
Sivaslının gözündeki yaşa takıldı aklım
Sordum kendi kendime acep niye
Biliyordu o da kavuşmayacaktı nişanlısı Emine'ye
Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne

Bir ses duyuldu önce kulaklarım oldu sağır
Az sonra geldim kendime koştum cenke
Arkadaşlar dökülüyordu tek tek yere bağır ALLAH diye bağır
Gözümde ki yaş düşmüştü gönlüme orda oldu kahır
Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne

Vatan içindi dökülen kanlar yere
Çakallar karşı cephede mehmetçikler yerlerde
Tokatlı,Yozgatlı düşmüş kalmışlar üst üste
ALLAHım sen onlarında gazasını mübarek eyle
Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne
Doğduğum anı bilmem ama anam
Ölürken son sözüm oldu VATAN
Helaldir ona bu uğurda verilen her can
Ana ağlamaysın oğlun oldu şehit OSMAN
Ben şehit olacağımı hissetmiştim anne
VATAN SAĞOLSUN

alıntı




Şehit Mektubu…

Sana evlat acısı yaşattığım için beni affet anne!
Biliyorum bana kızmıyorsun. Ama içinde yanan ateşle “ağıt” yakıyorsun anne. Ana yüreği bu. Biliyorum yüreğinde kocaman bir kor yanacak bundan sonra. Bayramların bayram olmayacak bensiz. Mezarımın başında geçireceksin tüm bayramlarını. Mezar taşımı temizleyeceksin gözyaşlarınla.
Düşman işgaline uğramasın bu topraklar anne. Dayan annem dayan! Ben seni şehitlerin arasında bekleyeceğim.

O koca yüreğinde ateş yaktığım için beni affet baba!
“Vatan sağ olsun!” derken sesin titreyecek biliyorum baba. Bayrağımıza bakarken “Vatan sağ olsun!” diyeceksin tekrar tekrar… Çocukluğumda bana anlattığın Çanakkale şehitlerine senden selam götüreceğim baba.

Beni affet taze gonca gülüm, hayat arkadaşım!
Seni genç yaşta dul bıraktığım için. Ben şehit oldum, sen şehit eşi. Dünya hayatında yokluğumun acısını yaşayacaksın belki…
Tabutumun başında ağlarken “Doyamadım sana yiğidim!” diyerek gözyaşlarını damlattın tabutuma. Ben sana doydum mu sanıyorsun? Ya senin namusuna leke getirecek alçaklar ülkemi işgal etseydi! işte o zaman ben gerçekten ölmüş olurdum.

Sizi “yetim” bıraktığım için beni affedin evlatlarım!
O küçük ellerinizi tutup yanaklarınıza bir öpücük daha kondurmak için neler vermezdim. Kokunuz burnumda tüterken şehitlik nasip oldu. Size doyamadım.
Sen beni öldü sanma oğlum. “şehitlere ölü demeyin!” diyen Allah, bize ölmeden önce yerimizi gösterdi. Orayı görsen sende bir an önce şehit olmak istersin. Seni orda bekleyeceğim oğlum! inşallah sende şehit olursun!

Kolay mı bırakıp gittim sizi sanıyorsunuz. Hepiniz gözümün önünden geçtiniz. “Ben sizi nasıl bırakıp giderim?” diye düşünürken, Hz. Peygamberi gördüm anne. Ellerini açmış beni bekliyordu anne. Ruhumu teslim ederken gideceğim yer gösterildi bana. O ne güzellik! Cennete uçtuğumu anladım. Bakmayın siz cesedimin kan revan içinde kaldığına. Hiç acı çekmedim ben. Dünyada şehitlerden başka hiç kimsenin yaşayamayacağı kadar rahat bir ölüm yolculuğu yaptım.

Milletime söyleyin, beni Fatihasız bırakmasın!

Mektubu okuduktan sonra, babasının ellerinden öper gibi, mektubu öpüp alnına koyarsa öğrencim, ben onun gözlerinin içine nasıl bakarım? Babasının son mektubunu okurken bile dimdik duran öğrencimin alnından öperken, gözyaşlarımı tutabilir miyim?

SON MEKTUP ( BİR ŞEHİT MEKTUBU )

18/03/2006

HATIRLARMISIN CANIM ANAM , SANKİ BİR DÜĞÜN BAYRAM BİR HAVASI VARDI O GÜN BİZİM MAHALLEDE DAVULUN SESİ BİR BAŞKA RENK KATIYORDU HALAYLARA ARKADAŞLARIM DOSTLARIM HEP YANI BAŞIMDAYDILAR HİÇ İNDİRMİYORLARDI
BENİ OMUZLARINDAN DUALARINIZ SEMALARA YÜKSELİYORDU ADETA DİLLERDE
KALPLERDE HEP AYNI İNANÇ VARDI DUYGULAR BİRDİ GÖNÜLLLERDE KORKU İSE ASLA YOKTU SEL OLUP COŞAN O YAŞLI GÖZLERDE ….
ÖPMÜŞTÜM O MÜBAREK ELLERİNİ HELALLİK İSTEMİŞTİM SENDEN VE SENİ
NE KADAR ÇOK SEVDİĞİMİ SÖYLEMİŞTİM HATIRLIYORMUSUN ANAM.
VATAN BORCU NAMUS BORCU DERDİN SEN ÖĞRETMİŞTİN HER ŞEYİ
BANA KARŞILIKSIZ , EZANI BAYRAĞI VE VATANI SEVMEYİ GEREKİRSE BU UĞURDA SEVE
SEVE CAN VERMEYİ EVET SEN ÖĞRETMİŞTİN ANAM. KORKMA OĞLUM DERDİN KORKMA ASLA , VATAN İÇİN BAYRAK İÇİN ŞEHİT BİLE OLSANDA …
AL YAZMALI ELLERİ NASIRLI GÜL YÜZLÜ ANAM , ELLERİME KINA YAKIP AL YAZMANI BAĞLADIĞIN GÜNÜ HATIRLA… OĞLUM SENİ BEN VATANIMIZA GELİN EDİYORUM DEMİŞTİN . ÇOK MUTLUYDUN HELAL OLSUN DİYORDUN VATAN İÇİN HER ŞEY . İŞTE HALA ELLERİM KINALI KOKUNU SAKLIYORUM ELLERİMDE… BENİM YERİMDE OLMAK İSTEYİPTE OLAMAYANLAR İÇİNSE ÇOK ÜZÜLÜYORUM BİR BİLSEN
ANAM.
BU SANA SON MEKTUBUM ANAM ,ÇÜNKÜ DÜN GECE BİR RÜYA GÖRDÜM. RÜYAMDA MELEKLER ŞEHİT OLACAĞIMI MÜJDELİYORLARDI. AL RENKLİ BAYRAĞI
MIZI ELİME UZATIP GÖKYÜZÜNDEN MİLYONLARCA YILDIZI ÜZERİME
DÖKÜYORLARDI VE HADİ GEL ,GEL DİYE SESLENİYORLARDI…SONRA KIRMIZI BEYAZ GÜLLERİN BURAM BURAM KOKTUĞU ,KUŞLARIN ŞARKI SÖYLEDİĞİ ÇOK GÜZEL MİS KOKULU BİR BAHÇEYE GÖTÜRDÜLER ÖYLE MUTLUYDUM Kİ ANLATAMAM ANAM. O ANDA BİRDEN HANİ SENİNLE BİRLİKTE ŞAHİT OLDUĞUMUZ ,SAKATLIĞINDAN DOLAYI ASKER OLAMAYACAĞI ŞEHİT DÜŞEMEYECEĞİ İÇİN AĞLAYAN YEDİ YAŞINDAKİ O KÜÇÜK ÇOCUK BELİRİVERDİ YAVRUCAK BENDE BENDE DİYORDU BENDE ŞEHİT OLMAYA HAZIRIM VE NASIL AĞLIYORDU BİR BİLEBİLSEN ANAM .
ŞİMDİ BİR DÜŞÜN ANAM ; EZANLAR HİÇ SUSAR , BAYRAKLAR İNER Mİ ? BÖLEBİLİRLER Mİ ŞU AZİZ VATANIMIZI KİMİN GÜCÜ YETER KİMİN ANAM.
BEN ÇOK MUTLUYUM NE OLUR SENDE MUTLU OL. ARKAMDAN HİÇ AĞLAMA
OLURMU , OLURMU ANAM. BİLİYORUM BİR DAHA GÖRÜŞEMEYECEĞİZ BEN ŞEHİT OLACAĞIM . SEN İSE ŞEHİT ANASI , VATAN SAĞOLSUN ANAM. DÜNYAYA TEKRAR GELECEK OLSAM ŞEHİT OLMAK İÇİN GELİRİM SEN HİÇ ÜZÜLME ÇÜNKÜ ŞEHİT
LER ÖLMEZ ; ÖLMEZ ANAM. SEN HAKKINI HELAL EYLE .EĞER BENİ ÖZLERSEN BAYRAĞIMIZA BAK DALGALANDIKÇA HEP BENİ GÖRECEKSİN TOPRAĞA SARILDIĞINDA SICAKLIĞIMI HİSSEDECEK GÜLLERİ KOKLADIĞINDA KOKUMU SOLUYACAKSIN. SAKIN AMA SAKIN HİÇ AĞLAMAYACAKSIN ANAM.
VAKİT GELDİ MELEKLER EL SALLIYOR BENİ ÇAĞIRIYOR. ALLAHA EMANET OL
BENİM CANIM ANAM. EVET ÇOK YAKINDA ŞEHİT OLACAĞIM AMA HER SABAH GÜNEŞLE YENİDEN DOĞACAĞIM SAKIN AĞLAMA ANAM ÇÜNKÜ BEN CENNNETTE
OLACAĞIM , CENNNETTE OLACAĞIM , CENNNETTE OLACAĞIM …

YAZAN VE SESLENDİREN
ŞaiR OrHaN

Bir Şehidin Bayraklaşan Mektubu

 

                               Sınır Karakollarından birinde vatani görevini yapmakta olan Mehmet oğlu Mehmet terhisine bir ay kala hain parmakların çektiği tetiklerle şehit olmuştu.

                         Mehmet'in üzerinden emekli devlet memuru babasına yazdığı; ancak postaya vermesi nasip olmayan yarım kalmış bir mektubu çıktı. Komutanlarının ve doktorların bu mektubu okuduklarında gözlerinden yaşlar boşaldığı görüldü ve komutanının ağzından bir tek cümle çıktı. 'Allah kahretsin! '
                         Hadi bu mektubu hep birlikte okuyalım.
'Benim sevgili babacığım. Sizlerden ayrılalı epey zaman oldu. Her şeyin bir sonu olduğu gibi askerlik hizmetimin de sonuna geldim. Şurada bir ay gibi kısa bir zaman kaldı terhisime. O günü Rabbim bize nasip ederse ahdim olsun seninle, annemle ve kız kardeşimle üç gün, üç gece hiç dışarı çıkmadan oturup hasret gidereceğim. Annemin pişirdiği yemekleri, bacımın demlediği çayları birlikte içeceğiz. O zaman özlemlerimiz de, hasretlerimizde son bulacaktır inşallah.
Mektup bu kadardı. Belli ki Mehmet bundan fazlasını yazmaya vakit bulamadan nöbet saati gelmiş ve görevine gitmişi ki bu mektubun devamını yazamamıştı. Yarım kalan bu mektubu göğüs cebine koymuş, o gün devriye hizmetini yaparken hain bir parmağın çektiği tetikle şehit olmuştu. Mehmet'in bu mektubu al kanından zar zor okunuyordu; çünkü hain mermi onu tam kalbinden vurmuştu. O mektup da kalbinin üzerindeydi.
Mehmet'in zatî eşyaları emanete alınmış, bir kutu içerisinde cenazesi ile birlikte doğup büyüdüğü memleketine gönderilmişti. Bu eşyalar içinde yarım kalmış kan ağlayan bu mektup da vardı.
Devlet şehidine karşı son görevini yapmış, törenle Mehmet ebedi yolculuğuna gönderilmişti. Ateş düştüğü yeri yakar misali komutanları, ailesi, yavuklusu hıçkıra hıçkıra ağladılar. Taziyeler alındı, dualar okundu ve aradan üç dört gün gibi bir zaman geçti. Baba Mehmet Efendi şehidiyle birlikte gelen kutuyu açtı, oğlunun al kanıyla allanmış mektubunu gördü ve başladı okumaya.
' Sevgili babacığım bizi askerlik hizmetine gönderdiğinizde davul zurna ile gönderdiniz. Git oğul. Vatanına, milletine, devletine, namusuna sahip ol dediniz. Bizler buraya geldik. Gecemizi gündüzümüze katıp vatan hizmetinin kutsallığına, mübarekliğine inanarak dosdoğru görevimizi ifa ettik.
Ancak karşımızda düşman göremedik. Karşımızda şerefli bir düşman yoktu. Karşımızda şerefsiz bir ihanet vardı, yalan vardı, soygun vardı, talan vardı. En önemlisi vatan hainliği vardı.
Nerde bir vatan haini varsa, nerde bir banka soyguncusu varsa, nerde tüyü bitmemiş yetimin, öksüzün malını çalıp çırpan varsa, nerde devletine ihanet eden, milletine ihanet eden, tarihine ihanet eden hatta hatta Sarıkamış'ta, Sakarya'da, Çanakkale'de şehit olan aziz şehitlerimizi soykırım yaptılar iması ile katillikle, canilikle suçlayan şerefsizler varsa. Bu şerefsizler yatında katında, dostlarının kucağında gününü gün ederlerken bizler yani gencecik fidan gibi vatanın öz be öz evlatları ise burada teker teker şehit oluyoruz.
Kime karşı, kimlere karşı?
Bu şerefsizler palazlansınlar, sömürülerine devam etsinler diye mi?
Yoksa bizim gece gündüz, eksi 30 derecede nöbette beklediğimiz güzel yurdumuzu bölsünler, parçalasınlar diye mi?
Dahası Avrupa Devletleri denilen haçlı ruhunun ülkemiz üzerindeki kirli oyunlarını istedikleri gibi sahneye koysunlar diye mi?
Kime karşı sevgili babacığım, kime karşı?
Bizler burada yirmi dört saat bayrağımız dalgalansın diye başımız gönderde, ellerimiz tetikte, bayrağımızı korurken, şehir meydanlarında bayrağımız yırtılsın, bayrağımız yakılsın diye mi?
Otuz bin kişinin katili o cani denize nazır kaloriferli hücresinde manzara seyretsin diye mi?
Karşımızda mert ve şerefli bir düşman yok ki babacığım. Karşımızda pusu var, ihanet var, alçaklık var, çukurluk var, döneklik var. En önemlisi hainlik var.'
Baba daha fazla devam edemedi gözlerinden akan yaşlar, oğlunun al kanıyla bezeli mektubunun üzerine damla damla düştü. Ve o mektup bir ay yıldız şeklinde göndere asılmayı bekleyen mübarek bir bayrak haline dönüştü.
Baba bu mektubu tekrar komutana götürdü. Komutan bu mektubun ikinci bölümünü kimin yazdığını araştırdı; ama bir türlü bulamadı ve gene ağzından o tek cümle çıktı. 'Allah kahretsin.' Acaba bu mübarek mektubu kim veya kimler yazmıştı?
Ama yazı aynı, yazgı aynı idi.
Baba tek oğlunun, tek ocak umudunun al kanıyla allanmış mektubu itina ile katlayıp öptü ve sol göğsünün üzerindeki cebine koydu.
Onunda ağzından bir tek cümle çıktı 'VATAN SAĞOLSUN.'

 



Çukurca'nın dağlarından merhaba

Sevgili Anneciğim babacım nasılsınız iyimisiniz
iyi olmanızı yüce Allahtan dilerim. O pamuk ellerinizden öperim. Abimin ellerinden kardeşimin ve yeğenimin gözlerinden öperim.
Eğer beni soracak olursanız ben çok iyiyim. Az kalan günlerimizi saymakla uğraşıyorum ve ayakta kalmakla uğraşıyorum.
İki tane Terör Örgütü denilen ¤¤¤lerle uğraşıyoruz biliyorsunuz ama sonunda acı günlerimiz bitecek yeniden değişik bir hayata kavuşacağım ve yerden Türkyılmaz ailesi toplanacak. Annem senin yüzün her zaman gülecek. Annem bizi bu yaşa kadar çok büyük destekle yetiştirdin. Allah'ın izniyle bundan sonra dertler bitecek tatlı ve mutlu günler gelecek.
Artık şu Zafer gilde, gelsede biz kurtarsalar ama şuan da nöbet harici hiçbir işimiz yok. Kalk nöbet tut yat bu mektubu yazdığımda da maaşımı alıyoruz ve para sıkıntısı yine kalktı anam yine burada patron Sadık. Aynur nasıl iyi mi iyi olmasını cenabı Allahtan dilerim. Baban nasıl dedemgil nasıl iyilerdir inşallah Allah onları başımızdan eksik etmesin.
Anne artık bana ailemize yakışır gelinini hazırlamaya başla kara kaşlı kara gözlü olsun. Neyse canım güzel olsun kızmadın değil mi. Annem şafak çok yakın sizleri yine çok özledim.
Sizi seven asker oğlunuz.
Eski günler burnunda tütüyor Sadık’ın (Türkyılmaz). Çukurca'dan yazmıştı mektubunu; "Teskereyi alınca, Türkyılmaz ailesi yeniden toplanacak. Annem, senin yüzün yeniden gülecek. Bizi büyütene kadar neler çektin. Ama bundan sonra mutlu günler gelecek."
Mutlu günler umuduyla Sadık. Bir de dileği vardı anasından:
"Anne artık ailemize yakışır gelini kızını hazırlamaya başla. Kara kaşlı, kara gözlü olsun. Şaka bir yana şafak çok yakın. Beni bekleyin."

Sadık Türkyılmaz



Saygıdeğer babacığım ve anneciğim.

Benim için üzülmeyin olur mu. Ben çok iyiyim. Buradaki rahatım da iyi. 2000 (İkibin) kişilik bir köydeyim. İlçeye çok yakın. Keçi deresinden Kumluca gibi. Köy gayet sakin, köyün ortasından bir çay akıyor. Çayın iki tarafında kavak tarlaları ve bahçeler var. Köy Arap köyüymüş. 4 tane şıh denilen bir adamlar var onlar sayesinde köyde pek olaylar olmuyormuş. Okulda 15 öğretmen varız. Bana birinci sınıfları verdiler. Çocukların bazıları Türkçe biliyor, bazıları hiç bilmiyor, sadece Arapça biliyor.

Okulun lojmanı yokmuş. Köyün içersinden bir ev tuttum. Bu mektubu da anca yazabildim. Eve taşınmadan önce bir öğretmen arkadaşın evinde kalıyordum. Eve eşya olarak 1 tane çekyat, 1 tane masa, 4 tane sandalye, 1 kilim aldım. Birkaç tane eksikliklerim var, onları da ilerde yavaş yavaş tamamlarım.

Babacığım aylığımı aldım ama hemen para gönderemedim. 6 milyon lira gönderiyorum. 1 milyon lirasını harçlık yaparsın. Televizyonda haberlerde söylüyorlar, öğretmenleri de öldürüyorlar. Siz benim için dua edin ben de biraz dikkatli olurum Allahın izniyle hiçbir şey olmaz inşallah. Keçideresine telefon edin diye Ankara'ya telefon etmiştim. Belki haber almışsınızdır. Bundan sonra da fırsat buldukça ben haber yollamaya çalışırım. Benden haber alamazsanız merak etmeyin olur mu. Devamlı mektup yazamam okunur belki. Devamlı telefon da edemem. Nizamettine mektup yazamıyorum. Ona yazın kusura bakmasın. İki üç ay sonra parası bitmeye başlayınca ben size gönderirim sizde ona gönderirsiniz.

Selamlara gelince beni soran herkese selamı var. rahatı da iyiymiş, aylığını alınca bize para gönderdi deyiverin. Sizlerinde hepinize ayrı ayrı selam eder, ellerinizden öperim. Haber, mektup alamazsanız merak etmeyin.
Oğlunuz Erol Ercan

Merhaba Hayatım

Öncelikle senden özür dilemek istiyorum. İçtenlikle özür dilerim canım. Şu günler benim için çok zor. Bana hak vereceğin kanısındayım. Seninle sözlülük süremiz hemen hemen yılını bulacak. Ama ben seni göremiyorum. Seninle olamıyor, el ele gezip, gülüp eğlenemiyorum. İşin en kötü yanı da senden uzakta olmam ve elimden herhangi bir şeyin gelmeyişi. Telefonda konuşmak veya böyle mektup yazmak seni bilemiyorum ama beni tatmin etmiyor. Yetmiyor Zümriye bana yetmiyor. Son özellikle 2-3 aydır karşılıklı oturup, dertleşecek konuşacak, birşeyleri paylaşacak birisine ne kadar çok ihtiyaç duyduğumu anlatamam. Diyeceksin ki bana yaz veya telefonda söyle. Haklısın ama olmuyor. İşte gülüm olmuyor. Senden herhangi bir şeyi sakladığım gibi bir düşünceye kapılmanı istemiyorum. Çünkü senden saklayabileceğim ne olabilir ki? Yokta.

İkinci sebebe gelince seninde bildiğin gibi bizim ufaklık İsmail dağıtım oldu. Şimdi bu Cumartesi Hakkari-Çukurca'ya gidecek. Ona baştan yardım etmek istemedim. Sebebi ise insan kayırmanın, torpilin hep karşısındayımdır. Haksızlığa tahammül edemem. Ama şimdi düşündüğümde ise Allah göstermesin herhangi bir şey olması durumunda vicdan azabı çekeceğim. Belki bir telefon etmiş olsaydım acemi birliğinde (Hatay'da) bırakabilecektim.

Evet sevgilim. Bir erkeğin yapması ve de bir bayanın yapması gereken işler vardır. Şu an evi de düşünmeden yapamıyorum. Biliyorum Hüseyin onlar için elinden geleni yapıyor ama görmeyince içim rahat olmuyor. Seninde başını ağrıtıp, zamanını boş yere harcamayayım. Ama hayatım lütfen beni yanlış anlayıp, yanlış tanıma. Önümüzde uzun bir ömür var. Bana şu günlerde destek olmanı bekliyorum. Benim için öyle zannediyorum ki düğüne kadar geçecek zaman yaşadığım en zor ve geçmek bilmeyen günler olacak.

Mutlu günler ve sevgiler
Seni seviyorum.
Ahmet Çalışkan 

AKLİME KORKMAZ'ın MEKTUBU

"Bana göndermiş olduğunuz mektupta eşinizin size gönderdiği son mektubu ve resmini gönderin diye yazmışsınız. Eşim ve ben hiç ayrılmadığımız için öyle bir mektup yok ama sizinle eşimin Şehit edildiği geceyi paylaşabilirim.

***
Ben uykudaydım. Kapının çok sert çalındığını duydum. Ben zannettim ki köylülerden biri hasta diye kapı çalıyorlar. Yataktan kalkıp baktığımda eşim kapıyı açmış, iki kişi elleri silahlı ve tam donanmış kişilerdi. Ellerinde telsizleri de vardı. Ben ve eşim çok şaşırmıştık ve şaşkındık. Kendi kendime sordum; "bunlar kim? neden bize geldiler?"



ŞEHİT ÖĞRETMEN

ADI SOYADI : Sait KORKMAZ

DOĞUM YERİ - TARİHİ : Muş Bulanık Okçular Köyü / 1967

BABA ADI : Derviş

ANA ADI : Hanife

ŞEHİT OLDUĞU YER : Ağrı - Doğubeyazıt Kazan Köyü - 28,09,1994


AKLİME KORKMAZ'ın MEKTUBU

"Bana göndermiş olduğunuz mektupta eşinizin size gönderdiği son mektubu ve resmini gönderin diye yazmışsınız. Eşim ve ben hiç ayrılmadığımız için öyle bir mektup yok ama sizinle eşimin Şehit edildiği geceyi paylaşabilirim.

Eşim 1993 'de Mustafa Kemal Üniversitesi'nden mezun oldu. 15,02,1994'te eşimin görev yeri elimize geçti. Eşimi Ağrı'nın merkezindeki bir ilköğretim okuluna vermişlerdi. Eşimin ataması elimize geç geldiği için eşimi Ağrı'nın Doğubeyazıt Kazan Köyü'ne atamışlardı. Bunun sebebi Ağrı'ya 1 gün geç gittiği içindi. Eşim büyük bir heyecanla gitti. Öğretmen olduğu için mutluydu. Çünkü, çocukları çok seviyordu.

Okurken en büyük hayali, doğuya gidip ordaki çocuklara ders vermekti. Eşim görev yerine gidip iki gün kaldıktan sonra geri geldi çünkü evi ***ürecekti. Bana dedi ki; " bak hanım istersen, sen gelme çünkü doğunun şartları çok zor. Yollar bozuk, köyde su yok, okul yok,okul ve lojman tamirat ister " dedi. "Ama siz olmadan da ben yapamam" diye bana söyledi. Ben dedim ki; "Sait istersen bir dağın başında olsun, istersen kalacağımız yer kümes olsun, sen nerdeysen ben ve kızım yanındayız." . Çok mutlu oldu sözlerime. Doğuya gittiğimizde o zor şartlar altında yine de çok mutluyduk. Ta ki o kara akşam gelinceye kadar. 29 Eylül 1994 akşamı eşimle yemek yedikten sonra sohbet ettik. İkimiz de kızımızı çok seviyorduk.Kucağımıza alıp sevmeye başladık. Ben hamile olduğum için çok hastaydım. Köyde su olmadığı için köydeki pis sular sebebiyle ben tifo kapmıştım. İlaç kullandığım için ayakta duramıyordum. Eşim, ben ve kızımdan yatmamızı istedi. O gün Milli Takımın maçı olduğu için ben izledikten sonra yatarım dedi.

Ben uykudaydım. Kapının çok sert çalındığını duydum. Ben zannettim ki köylülerden biri hasta diye kapı çalıyorlar. Yataktan kalkıp baktığımda eşim kapıyı açmış, iki kişi elleri silahlı ve tam donanmış kişilerdi. Ellerinde telsizleri de vardı. Ben ve eşim çok şaşırmıştık ve şakındık. Kendi kendime sordum; "bunlar kim? neden bize geldiler?" Adamlar içeri girip oturduktan sonra ben kızımı mahsustan uykusundan uyandırıp tuvalete ***ürdüm. Adamlar kızımızı görüp, bize bir şey yapmazlar diye düşündüm. Biraz konuştuktan sonra eşime "bizi kapıya kadar geçirir misin?" dediler. Eşim ve ben balkona çıktık. Bize dediler ki; "dışarının lambasını kapatın evinizden çıktığımızı kimse görmesin." . Kapımızda bir köylünün köpeği duruyordu. Adamlar eşim ve bana "şu köpeğe ekmek verin bizi ıssırmasın" dediler. Ben ve eşim ekmeği alıp köpeğe verirken eşimi çağırdılar, "hoca gel, sana bir şey diyeceğiz." dediler. Eşim giderken hiç aklıma gelmedi öylesine iyi bir insanı öldürecekleri. Adamlar 2 metre ileride duruyorlardı. Eşim yanlarına gitti. Birden kurşun sesleriyle birlikte eşim Ayten diye bağırdı ve ben balkondan koşup lambayı açtım. Zannettim ki havaya ateş ediyorlar. Eşimi ayakta beklerken onu yerde can çekişirken gördükten sonra eşime doğru koşup ona sarılıp ve bağırdım "beni de öldürün" diye ama ortalıkta kimse yoktu. Eşim o haliyle bana işaret ediyordu "korkma yaşıyorum ben" diye.

Başımdaki yazmayı sağ göğsündeki kurşun yarasına bastırdım kan kaybetmesin diye. Bağırıyordum, "ölme ne olur çocuğunu gör" diye. Karnına vurup duruyordum ne olur Azrail gelmesin diye bağırıp Allah'a yalvarıyordum Sait ölmesin diye. O an içeri koşup el fenerini alıp köye koşup yardım istiyordum. Bütün kapıları çaldım. Kimse yardım etmiyordu. Ben de kapı ve pencereleri kırıp yardım istedim. Köylüler beni kovuyorlardı. "git başımıza belamısın" diyorlardı. Eşimin yanına koşup geldiğim zaman kızım "ne oldu anne, neden bağırıyorsun?" dedi. O an ona ne söylediğimi hatırlamıyorum. Kızımı sürekli orda bırakıp tekrar tekrar köye yardım istemeye gittiğim zaman kızım koşup içeri giriyordu. Benim geldiğimi duyunca tekrar dışarı çıkıyordu. Yine köye koşup bu defa köyün erkekleri ve gençleri korkuyorsa bari kadınlar yardım etsin diye yalvardım. Çünkü kadınlara zarar vermezler diye düşündüm ve hepsine yalvarıyor, "bana birşey yapmadılar size de yapmazlar" diye söyledim. Ne olur biriniz bana bir at arabası verin eşimi şehre ***ürüp tedavi ettireyim. Eşim sizin çocuklarınız için buradaydı diyor ve yalvarıyordum.

En sonunda batım ki kimse bana yardım etmeyecek eşimin yanına geldim. Başını dizime koydum. Baktım ki eşim can veriyor, dudaklarını suyla ıslattım. Eşime kelime-i şahadet getirdim. Kalkıp eşimin başının altına bir minder koydum. Üstünü örttüm. En sonunda köy muhtarının kardeşi gelip "ölmüş kızım, gel gidelim bize" dedi. Önce gitmedim, eşimin başında kalmak istedim. Sonra düşündüm eşim zaten vefat etmiş, hadi adamlar geri dönüp hem ben ve kızıma kötülük yaparsalar diye düşünüp, kızımı alıp köy muhtarının kardeşinin evine sığındım. Şimdi düşünüyorum ki evimizin köye uzak olmasından başka aramızda bir dere vardı. Dört buçuk aylık hamile olduğum halde, kim bilir kaç defa göğsüme kadar sulara gömüldüm, köylülerden yardım istedim. Ben ki köyün vahşi köpeklerinden korkuyordum, o gece köpekler benim feryadımdan benden korkup kaçıyorlardı. O kadar mücaadele etmeme rağmen eşimi kurtaramadım.

Ben bir Şehit eşi olmaktan gurur duyuyorum. Çünkü Şehit mertebesi en yüca mertebedir ama acımız çok büyük ve ölene dek unutulmaz.

O gece ben çok şeyler yaşadım. Hepsi bir birinden acıydı. Yaşadıklarımı anlatsam sayfalara sığmaz, göz yaşları içinde bunları yazdım. İki çocuğum için yaşıyorum.

Saygılarımla

Aklime KORKMAZ


Canım Oğlum,

Nereden, nasıl başlasam bilmiyorum. O kadar özledim ki seni…

Canım yavrum, sen bizim ilk göz ağrımızdın.. Dört gözle beklemiştik babanla doğumunu… Dokuz ay sonra hastanede seni kucağıma bıraktıkları ilk gün vuruldum sana… Ne güzel gözlerin vardı, ışıl ışıl… Öyle güzel kokuyordun ki… Evimize neşe getirdin. Bir de hep uslu çocuktun, hiç üzmedin beni… Ne sık sık ağladığını bilirim, ne de yok yere huysuzlanmanı… Uyurken bile gülümserdin, meleklerle oynadığını düşünürdüm. Hastalanırsan başından ayrılmazdık, babanla nöbet tutardık sabaha kadar… İlk adımını unutamam, sonra ilk ‘anne’ deyişini… Hep üstüne titredik.

Sonra büyüdün… Zaman su gibi geçiyor. Her dışarı çıkışında, her seyahatinde sana belli etmedim ama yüreğimden neler koptu.

Bir tek seni askere uğurlarken rahattım. Komutanlarının sana gözü gibi bakacağından emindim. Bir süre sonra Güneydoğu’ya gideceğini haber ettin. O kadar heyecanlıydın ki, öyle emin konuşuyordun ki… “Göreceksin anne, bu devlet düşmanlarına gereken cezayı vereceğim. Vatanımın dağlarını bu eşkıyalardan temizleyeceğim” diyordun. Hep komutanlarının iyiliğinden, arkadaşlarından bahsettin. Rahatlığın, güvenin bizleri de rahatlattı. Sana sadece “Kendine dikkat et evladım” diyebildim. Ne de olsa seni bugünler için yetiştirmiştik. “Merak etme” diyordun, “Merak etme annem. Kalbini rahat tut!” Bir gün merakta bırakmadın bizi, fırsatın oldukça sık sık aradın, ayda bir mektubunu aldık. Mektubunu dakikalarca kokladığımı bilirim. Gönderdiğin fotoğrafları baş ucumuza koyduk.

Son mektubunda “Ben şehit olursam, ağlamayın sakın! Düşmanları sevindirmeyin.” diyordun. Telefonda “O nasıl söz oğlum” dedim. Sustun, sanki içine doğmuştu. “Hakkını helal et, güzel annem” dedin. Nereden bilirdim bu konuşmanın seninle son konuşmamız olduğunu… Baban duymuş önce, haberlerde söylemişler. Söylemediler önce bana… Kardeşin de sakladı. Ana yüreği bu, hissettim ben… Sonra öğrendim ki, pusuya düşürmüşler, çıkan çatışmada vurmuşlar seni… Elleri kırılsın o zalimlerin… Sanki canımı aldılar, sanki dünyayı başıma yıktılar. Bir ateş ki yüreğimin tam ortasına oturdu. Komutanlarınla görüştük, seni çok övdüler.

“Kahramanca çarpıştı. Kanı yerde kalmayacak. Bizi de evladınız sayın artık.” dediler. “Vatan sağolsun” dedim. Oğlum seninle hep gurur duydum, sağlığında bir gün olsun boynumuzu eğik gezdirmedin … Cenaze töreninde de başımız dik, gururluyduk. Sana sözümüzü tuttuk, bir damla gözyaşı göstermedik, namertler sevinmesin diye… Hep içimize akıttık gözyaşımızı… Bayrağa sarılı tabutunu öptüm. Ben senden bir saat, bir dakika ayrı kalamazdım, şimdi seni nasıl toprağa koyacaktım a canım oğlum!

Aradan onca zaman geçti. Acın, hasretin içimizde yavrum… Bir kerecik bile olsa kokunu alabilsem, saçlarını okşayabilsem, öpsem gamzenden… Sevindirici bir haberim var sana… Komutanların sözünü tuttu yavrucuğum, kanın yerde kalmadı, sana kıyanları tez zamanda buldular, cezalarını verdiler. Cenazene gelmeyenler, cenazene gelmeye utananlar, “senin gibi ana kuzularını vuranları affettiler yavrum… Acımıza, acı eklediler.” Onları affetmeyeceğim. Canım oğlum, fırsat buldukça yanına geliyorum, dertleşiyorum seninle… Sağolsunlar, komutanların her fırsatta gelip misafirimiz oluyor. Yokluğunu aratmıyorlar. Yakında kardeşin de askere gidiyor. Bu vatana bir arslan verdim, gerekirse ikincisini veririm. “Vatan Sağolsun”

Seni çok seven annen…


Sevgilim ;

Ölüm denen o yoğun, kör karanlığın kederini, kahredici yalnızlığını ancak ben gibi ayrılıklara mahkum edilenler bilir.
Sen kahpe kurşunlarıyla son nefesini verdiğin gün ben de dilimi mühürledim.
Baban "vatan sağ olsun, bir evladım daha var, o da feda olsun" diye ağlarken, 7 aylık oğlunu "emanetin" diye kalan son gücümle sıkı sıkı sarmıştım da nedense ayaklarım beni taşımıyordu.
İki yanımdan koluma girmişlerdi, o an kalabalık bana çok gelmişti..
Kim bilir kaç kişilerdi.. Kasaba halkının yarısı arkamızdan geliyordu..
En önde giden sen! üstüne örtülmüş al bayrağımdan gözlerime kızıl miller çekiliyordu.
Son kez telefonda duyduğum sesin beynimde yankılanıyordu. "hepinizi çok özledim." "özledim." "özledim."
Susmuştum..
Oğlan büyüdü artık, her geçen gün biraz daha sana benziyor.
Resimlerden tanıdığı sana özenerek saçlarını sen gibi tarıyor.
O güldüğünde sanki sen gelip oturuyorsun karşıma.
İçim ılık ılık kanıyor ama ne o gün ne ondan sonra, her sabah uyandığım ıslak yastığımı saymazsak, hiç ağlamadım..
Kavlimiz vardı unutmadım, "neden" diye hiç sormadım, bir kahpe kurşunla yıkılmadım, rabbim verdi sabrını ne boyun büktüm, ne senden vazgeçtim..
Her gelen kara haberde, hangi şehrin şehidiyse oranın valisi, kaymakamı, esnafı, askerler, tanıyanlar, yakınlar.
Şimdiye değin ağıtlarla, bayraklarla uğurladıklarımız kadar olmasa bile yine de kalabalıklar.
Televizyon ekranından geçiyorum, ben de yürüyorum onlarla. Birkez daha. Birkez daha.
Sevgilim,
Sen de oralardan görebildin mi bilmem, bu günlerde buralarda zamansız bir kırlangıç fırtınası var.
Hangi televizyonu açsam, bir kahramandan söz ediliyor. Gazeteciymiş.. Ürkek bir güvercin gibiymiş..
İnsanlar gözyaşları arasında onun ne kadar mert, ne kadar vatansever olduğunu anlatıyor.
Gündüz gözü şehrin tam ortasında vuruvermiş zalimler. Gördüm adamcağızın nasıl yattığını o soğuk taştan kaldırımda.
Üzerine gazete örtmüşler. Ayakkabısı da yırtıkmış. İçim acıdı.
Sahi sevgilim, operasyona gittiğiniz dağda, gecenin ayazında o karların arasında vurulduğunda karnın tok muydu?
Üşümüş müydü ellerin, esen deli rüzgar yaşartmış mıydı gözlerini?
Bölücü hainlerle çatışırken, sağınızda solunuzda bombalar patlarken ne geçmişti aklından en son?
Bunları bilememek koyuyor insana, yine de mayınlara verdiğimiz şehitlerimizi düşününce şükrediyorum..
Hiç değilse sen parçalanmadın, vatan toprağında bütünsün, vedalaşırken kaskatı elini tutabilmiş, uzun uzun yüzüne bakabilmiş, mühürlediğim dudaklarımla solgun, soğuk alnından öpebilmiştim.
Diyorlar ki öldürülen gazetecinin adı Hrant Dink'miş, Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde Türklüğe hakaretten yargılanmış..
Kibarlık olsun, Türkleri incitmesin diye ermeni soykırımı oldu demiyormuş da, Türkiye Ermenilere karşı suç işlemiştir bu suçu kabul etsin, iki devlet aralarında anlaşsın, gereken yapılsın diye yazıyormuş, söylüyormuş.
Ermenistan da Türkiye'den toprak istiyormuş. Sen gibi şehit olanların canıyla kazanılan vatanın birazını "bize verin" diyormuş.

Günlerdir televizyonlarda bu gazeteci var sevgilim. Günlerdir kırlangıç fırtınası dinmiyor


27 Ocak 1992 GÖRMEÇ

Sevgili Anneciğim,

Buraya geldikten ancak kırk gün sonra size bir iki satır şey yazabilmek için fırsatı askerliğini bitiren erlerin gidişinden yararlanarak yakaladım. Şu mektubu yazmak için kağıdı bile askerlerin koğuşundan aratarak zorla buldum. Burada yaşamak zor anne. İsterseniz birazcık size buralardan bahsedeyim.

Burası Şırnak'tan 20-25 km. uzaklıkta doğusunda Cudi dağı, batısında Gabardağı, güney de ise Giraf diye dağların bulunduğu 60-70 hanelik bir köy. Köyün hemen girişinde bulunan bölüğümüzde betondan sadece bizim kaldığımız iki gözlü bir ev yanında bulunan bir haber merkezi var. Bölükte askerlerin kaldığı yer tam bir ahır görüntüsünde. Şu anda ikmallerimize araçların gelebildiği yere kadar gidip, tahminen 10 km kadar yokuş bir yolla sırtımızda taşı***** yapıyoruz. Burda herşeyimizi kendimiz yapmak zorundayız. Aksi halde aç veya odunsuz kalıp soğuktan donabiliriz. Bir aydır kesik olan elektriğimiz iki gün evvel geldi. Bir şeyin yokluğu olmayınca varlığından bir şey anlamıyormuşuz. O altmış hanelik köyün görüntüsü elektrik gelince bize kocaman bir kent gibi gelmişti. Kısacası burada herşeyin yokluğunu çekiyoruz ama en çok sizlerin ve sevdiklerimizin. Bu yıl kar burada çok fazla yağdı. Köylüler 30 yıldır böyle kar görmediklerini söylüyorlar. Bir hafta devamlı yağan kardan sonra birde terörist peşinde dolaşmak bize hem doğayla hemde teröristle uğraşmak zorunda bırakıyor. Bir görev en az beş gün sürüyor, dağlarda, karla soğukla, teröristlerle ve korkuyla mücadele etmek zor gerçekten çok zor. Fakat her şeye rağmen yaşamak için bunları yapmak zorundayım. Burda benimle birlikte 20 tane askerin sorumlusuyum. Onların hem komutanı hem annesi, babası hemde arkadaşı olmak zorundayım. Bazen üç gün uyumadığım zamanlar oluyor. Burda uyumakla ölmek arasında pek fazla fark yok. Daima uyanık olup hem etrafı hem nöbetteki askerleri kontrol etmek zorundayım. Bir anlık gaflet hepimizin sonu olabilir.

Köylülerin çoğu terörist fakat onlarda hem bizlere hem teröristlere yardım etmek zorunda kalıyorlar. Köylüler iki mt karda bir yere gidemedikleri için önce bizim gidip gelip yolları açmamızı bekliyorlar. Ne sağlık ocağı, ne okul nede köylülerle uğraşacak bizden başka bir kurum var. İster istemez bizimle iyi geçiniyorlar. Geçen gün yine bir köye gitmiştik. İki gün sonra köyün muhtarı yanımıza gelerek bir kadının çok kötü doğum sancıları çektiğini ilk doğumu olduğunu, bir türlü doğum yapamadığını söyledi. O anda bir insan hayatının benim ellerimde olduğunu düşündüm. Köyün yolu kardan kapalı ve kadının yetiştirilmesine imkan yoktu. Zaten kadın geceden beri sancı çekiyormuş. Köylü gece çıkamadığı için gelememiş, gece gördüğümüz herkese terörist muamelesi yapıyoruz. Yapabileceğin tek şey tabur komutanını ara***** helikopter istemekti. Fakat helikopter bizim için bile gelmiyordu nerde kalmış bir köylü için. ama yine de tüm içtenliğimle ve ısrarla helikopter istedim. Köylüyü toplayıp köyün ortasında helikopterin inmesi için iki mt kalındığındaki karı açtırdım. Bütün köylü ve ben büyük gayret gösterdik. Artık her şey helikopterin gelmesine kalmıştı. Sıkıntılı bekleyişler ve birçok ricadan sonra nihayet helikopter geldi. Kadını gönderdik. Artık benim yapabileceğim hiçbir şey kalmamıştı. O kadına dua etmekten başka bir şey yapamazdım.

Köylünün benim elimi sıkıştan ve bana ettikleri dualar belkide sizin yaptığınız dualar kadar vardır. İşte günler burada her şeyi yaşa***** geçiyor. Gündüz elini sıkan köylü akşamları dağa çıkıp üzerime ateş yağdırabilirler. Akşam olunca her şey bitiyor burda. Sadece bekleme başlıyor ta ki bir kaleşnikof un bu sessizliği bozmasına kadar. İşte o zaman insanın aklına hiçbir şey gelmiyor, karşındakileri caydırıp seni yok etmesine izin vermeden bildiğim tüm askerlik kavramlarını uyguluyorum. Yaşamakta ölmekte tuhaf buralarda. Buralara nasıl düştüm? Suçum neydi? Bilmiyorum ama her şeye rağmen başa gelen çekilir diyorum. Her gün ağarmasında acaba batan günü görebilecekmiyim? diyorum. Ne yaşayacağım ne de öleceğim belli herşey olabilir ama buradan sağ salim dönmek ve sizlerle tekrar kavuşmanın özlemiyle yaşamaya daha kuvvetli sarılıyorum.

Sizleri çok seven oğlunuz
Komando Astğm.
Ömer Zeki Varan


Adı Soyadı : Bedir Karabıyık
Doğum Yeri : 20.03.1953 - Doğubeyazıt
Baba Adı :
Ahmet
Ana Adı : Saadet
Medeni Hali : Evli / 2 Çocuk Babası
Şehit Olduğu Yer : Sarıkamış - Kızılçubuk Köyü - 04.04.1994
Defin Yeri : Balıkesir - Bandırma


VASİYETİMDİR

Canım Anneciğim,

Herşeyimi ama herşeyimi sana borçluyum, hep sana hizmet etmeyi, yanımda kalmanı, sana hürmet etmeyi, güzel kokunu koklamayı arzuladım. Çok az kısmet oldu. Bu dünyada sana doyamadım. Anneciğim dünyayı sevemedim, tad da alamadım. Allah'ın emir ve rızasına aykırı herşey beni rahatsız etti. El hasıl dünya bana küstü bende ona.

Bilmiyorum ama zannediyorum senin dualarının bereketiyle ömrüm uzun olur. Eğer sen veya ben önce gidersek önce giden kucağını açıp beklesin. Elbette kavuşacağız. Saçından bende bir tutam var, onu yanımda taşıyorum. Ölürsem Allah'ın izniyle bu kahramanca olacaktır. Saçının telleri yanımda kalsın, sakın ağlama. Bilki göğsümde kur'an var.

Dudaklarım da, son olarak Allah'ı zikretdi. Gönlün müsterih olsun. İbadetlerimi zikirlerimi hep bağışladım, elimde birşey kalmadı Rabbimin huzuruna bomboş gidiyo- rum. Onun gufranının kuşatacağını umuyorum.

Sana başka ne yazayım evvel gidene selam olsun.

Oğlun Bedir

Arkadaşım her yazdığımın arkasındayım, orayı yaşayan bilir. Oraya ilk giden

askerler olarak çok iyi bilirim orayı. Bu bir masal değil yaşanmış bir hayat.

Dedim ya ilk gidenlerdendim oraya, Eruh baskınından tam 3 gün sonra

oradaydık nereye gitdiğimizi bilmeden çıktık Bolu Komando Tugayı'ndan.

Hele birde evliysen, hele yüzünü dahi görmediğin çoçuğun varsa yandın.

İnanın neresinden başlayayım bilmiyorum, bu yazıya ? Neresinden bakarsan bak yaşanmış bir hayat yada dıram, yada (ŞEREFİYLE VE LAYIKIYLA YAPILMIŞ BİR ASKERLİK) orada olacaksınki o görmediğin çoçuğun rahat etsin, ailen rahat uyusun, yatağında...

Benim bir yüzbaşım vardı Serdar AKYAZAN, derdi ki ;

" Komando Bittiği Yerde Güç Toplayan Askerdir. "

Haklıydıda bizi öyle motive etmiştiki orada ölmek neydi ki bize ? Hiçti... Vatan için o an akan kan helaldi.

Bırak aksın, akan kan olsun. Kim akıtmadıki bu vatan için kanını seve seve ?

Biz akıtmayalım ?

Vatan Sana Bir Değil Bin Canım Olsa Feda.

Sizin kucağınıza yüzü olmayan bi çocuk verildi mi ? Hiç rüyanızda bir sabah kendi evladınızın acısıyla uyandınız mı ? Öyle zamanlarda bile görevimizi tam yapmanın haklı gururuyla şimdi geziyorum.

Sirtde, Şırnak'ta Hakkari'de, Cizre'de, Mardin'de

Bolu KOMANDOSU her yerde adım adım her yerdeydi. Bize ne gece vardı, ne de gündüz ?

Şu an 7 bin şehit vermişiz, 35 bin insanımız ölmüş ne için ? Ben bunu sorarım şimdi ? Ne İçin ? Kim yıkmayı başarmış ki bu vatanı onlar başarsın ?

Zor nedir ?

Ben 8 saat durmadan dağ tırmanmayı, 36 saat silah başında nöbet tutmayı, gırtlağıma kadar suyun içinde silah başında gelen mermilerden korunmayı, patlayan ayaklarla saatlerce yürümeyi, arkadaşımın yorulduğu zaman onun yardımına koşmayı kolay bildim, ama zordu.

KOMANDO olmak zor iş herkese kısmet olmaz .

Çelik gibi sinir, zorluklardan yılmayan bi beden ister.

Ölen Şehitlerimize Allah'tan Rahmet, Ailelerine Sabır Dilerim....

Onlar bu vatanın sonsuz sahipleridir.

Şehitler vurulunca değil unutulunca ölürler...

Dilerim devletimiz onları, her zaman saygıyla anar.


Bana şehitliği anlatsana öğretmenim!” diye bir soru sorsa öğrencilerimden birisi, nasıl cevap veririm diye düşündüm?
Nerden başlamalıyım anlatmaya?
Şehit olanın ulaştığı makamdan mı başlamalı?
Ateşin düştüğü yeri anlatmalı mıyım?
Evlat acısı çeken anne babanın yüreğindeki ateşi kelimelere sığdırabilir miyim?
Genç yaşta dul kalan, evinin direği yıkılan “hayat arkadaşının” acısını ifade edecek kelimeleri, sözlüklerde bulabilecek miyim?
Babasının yolunu beklerken, babasının resmini öpen, “yetim çocuğun” tabuta bakışını ben nasıl anlatırım ki?

“Evlat acısı nedir öğretmenim!” diye sorsa başka bir öğrencim nasıl anlatırım ben o annenin yüreğindeki ateşi. Ellerini bağrına vura vura ağlayan bir annenin acısını ben anlatamam ki! Anlatmaya yüreğim dayanmaz ki!

“şehidin babası niçin Vatan sağ olsun!” dedi. “Vatan sağ olsun!” derken sesi niçin titriyordu şehidin babasının?” diye sorarsa öğrencilerim ben ne diyeceğim? 'Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır/ Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır'” mısralarını anlayabilirler mi?

“Tabuta bakıp ne olduğunu bile anlayamayan o küçük çocuk, niçin etrafına şaşkın şaşkşn bakıyordu öğretmenim?” diye soran olursa nasıl cevap vereceğim. Cümle kuramam ki o zaman. Kelimeler boğazımda düğümlenir. Harfler kelimeye, kelimeler cümleye dönüşemez ki!

“Geline kına yakılır, koyuna kına yakılır da Askere niçin kına yakılır öğretmenim?” sorusuna cevap verebilir miyim?
“Gelin kocasına kurban olsun, koyun Allah’a kurban olsun, askerde vatana kurban olsun diye kına yakılır!” diye cevap versem yeterli gelir mi acaba?

“şehitler mektup yazar mı öğretmenim?” diye soran olursa, ne derim ben onlara. Sınıftan öğrencinin biri ayağa kalkar ve “Benim babam şehit oldu. işte size bir şehit mektubu!” diyerek şehit babasının mektubunu gözyaşları içerisinde okumaya başlarsa ben ne diyebilirim ki?

Şehit Mektubu…

Sana evlat acısı yaşattığım için beni affet anne!
Biliyorum bana kızmıyorsun. Ama içinde yanan ateşle “ağıt” yakıyorsun anne. Ana yüreği bu. Biliyorum yüreğinde kocaman bir kor yanacak bundan sonra. Bayramların bayram olmayacak bensiz. Mezarımın başında geçireceksin tüm bayramlarını. Mezar taşımı temizleyeceksin gözyaşlarınla.
Düşman işgaline uğramasın bu topraklar anne. Dayan annem dayan! Ben seni şehitlerin arasında bekleyeceğim.

O koca yüreğinde ateş yaktığım için beni affet baba!
“Vatan sağ olsun!” derken sesin titreyecek biliyorum baba. Bayrağımıza bakarken “Vatan sağ olsun!” diyeceksin tekrar tekrar… Çocukluğumda bana anlattığın Çanakkale şehitlerine senden selam götüreceğim baba.

Beni affet taze gonca gülüm, hayat arkadaşım!
Seni genç yaşta dul bıraktığım için. Ben şehit oldum, sen şehit eşi. Dünya hayatında yokluğumun acısını yaşayacaksın belki…
Tabutumun başında ağlarken “Doyamadım sana yiğidim!” diyerek gözyaşlarını damlattın tabutuma. Ben sana doydum mu sanıyorsun? Ya senin namusuna leke getirecek alçaklar ülkemi işgal etseydi! işte o zaman ben gerçekten ölmüş olurdum.

Sizi “yetim” bıraktığım için beni affedin evlatlarım!
O küçük ellerinizi tutup yanaklarınıza bir öpücük daha kondurmak için neler vermezdim. Kokunuz burnumda tüterken şehitlik nasip oldu. Size doyamadım.
Sen beni öldü sanma oğlum. “şehitlere ölü demeyin!” diyen Allah, bize ölmeden önce yerimizi gösterdi. Orayı görsen sende bir an önce şehit olmak istersin. Seni orda bekleyeceğim oğlum! inşallah sende şehit olursun!

Kolay mı bırakıp gittim sizi sanıyorsunuz. Hepiniz gözümün önünden geçtiniz. “Ben sizi nasıl bırakıp giderim?” diye düşünürken, Hz. Peygamberi gördüm anne. Ellerini açmış beni bekliyordu anne. Ruhumu teslim ederken gideceğim yer gösterildi bana. O ne güzellik! Cennete uçtuğumu anladım. Bakmayın siz cesedimin kan revan içinde kaldığına. Hiç acı çekmedim ben. Dünyada şehitlerden başka hiç kimsenin yaşayamayacağı kadar rahat bir ölüm yolculuğu yaptım.

Milletime söyleyin, beni Fatihasız bırakmasın!

Mektubu okuduktan sonra, babasının ellerinden öper gibi, mektubu öpüp alnına koyarsa öğrencim, ben onun gözlerinin içine nasıl bakarım? Babasının son mektubunu okurken bile dimdik duran öğrencimin alnından öperken, gözyaşlarımı tutabilir miyim?




Adı Soyadı : Ali KARAOĞLAN
Baba Adı :
Mehmet
Ana Adı :
Nazife
Medeni Hali : Evli / 1 Çocuklu
Memleketi : Kütahya - Simav
Şehit Olduğu Yer : Kars - Selim
Şahadet Tarihi : 09.10.1990


Değerli Babacığım

Mektubuma başlarken, en derin sevgi ve saygılarımla selam eder, Yüce Mevla'mdan sağlığın ve mutluluğunun daim olmasını niyaz ederim. Ben şimdilik iyiyim, hamdolsun sağlığım yerinde. Pek huzur bozucu bir şey de yok. Henüz yakacak almadım. Sobamız da eskidi, yenisi alınacak. Şimdilik mali sebeplerden dolayı bu işler duruyor. Lojmanın büyük odasını senin gelmen için hazırlıyorum. Biraz masrafım oldu oraya. Babacığım burada tek başıma kendime bakamıyorum. Onun için çocukları gelmeleri için çağırdım. Herhalde ayın 15 nde seni ziyaret edip söylemişlerdir. Bugün için Selim’ e gelmeleri lazım Allah izin verirse. Zaten mektubu onları karşılamaya giderken atıyorum. Yazın Anam da "ben yalnız da dururum'' demişti. Ben de iyice sıkıldım burada, çağırdım gelsinler diye. Allah izin verirse 15 tatilinde geliriz. Gerçi biraz zor olur gelmemiz ama gelmeye çalışacağım.

Babacığım, bizim köyün öğretmen kontenjanı 5 kişilik oldu. Bu sene derslere girmeyeceğim, Yani müstakil müdür oldum. Ancak senede 20 günlük resmi iznim var. O bakımdan zor olacak. Ara tatilinde falan iznim olmayacak ancak ben almaya çalışacağım. Belki rapor filan ayarlarım. Gelmemiz bu bakımdan zor.

Sen hiçbir şeyi kafana takma. Çünkü düşünsen ya da düşünmesen eline bir şey geçmez. Her zaman, her şey Allah'ın takdiri üzerine olur. Bu başımıza gelen de Allah’ın isteğiydi. Canını hiç sıkma. Sayılı gün gelir geçer. İnan ki şu anda benim de senden bir farkım yok. Evden başka hiçbir yere adım attığım yok. Tek dostum televizyon, ona da baka baka usanıyor insan. Kendimi kitaplara veriyorum bende. Sen de vaktinin çoğunu okumaya ayır. Okudukça kendini daha ileri düşünceli, daha sakin ve daha iyi hissedersin. Çünkü bilginin durağı yok. İnsan her gün yeni şeyler öğrendikçe insandır. Yoksa bir bitki ya da bir taştan farkımız kalmaz.

Şimdilik hoşça kal.Sana ve arkadaşlarına selam eder ellerinizden hasretle öperim. Allah-ü Teala yardımcınız olsun.

Oğlun

Ali Karaoğlan

Adı Soyadı : Serhat GENCER
Rütbesi : Dz.P.Astsb.Çvş.
Doğum Yeri : Kırıkkale
Doğum Tarihi : 1973
Olay Tarihi : 08.01.1994
Şahadet Tarihi : 08.01.1994
Şehit Olduğu Yer : Şırnak - Maden


Sevgili Ailem

İlk önce hepinizi çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Bu mektup ancak ben öldükten sonra sizin elinize geçecektir. Beni asla unutmayın. Hep kalbinizin bir köşesinde saklayın. Şunu asla unutmayın. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamaz. Bu yüzden üzülmeyin. Yalnız size söylemek istediğim bir şey var. Ben Burcu’yu çok seviyordum ve bu sevgimi de mezara götürüyorum. Ben burda öldümse Allah yolunda, vatan namus ve millet yolunda öldüm. Benimle aslında gurur duyun ve gülün. Asla ağlamayın. Eğer ağlarsanız ben yattığım yerde rahat edemem. Dedeme de hepinizin selamını söylerim. Kendinize çok iyi bakın. Sizleri çok seviyorum. Hepinizi çok özledim. Oğlunuz. Yazacak başka bir şey bulamıyorum.

Serhat Gencer
Dz.P.Astsb.Çvş


Sınır Karakollarından birinde vatani görevini yapmakta olan Mehmet oğlu Mehmet terhisine bir ay kala hain parmakların çektiği tetiklerle şehit olmuştu.
Mehmet'in üzerinden emekli devlet memuru babasına yazdığı; ancak postaya vermesi nasip olmayan yarım kalmış bir mektubu çıktı. Komutanlarının ve doktorların bu mektubu okuduklarında gözlerinden yaşlar boşaldığı görüldü ve komutanının ağzından bir tek cümle çıktı. 'Allah kahretsin! '
Hadi bu mektubu hep birlikte okuyalım.
'Benim sevgili babacığım. Sizlerden ayrılalı epey zaman oldu. Her şeyin bir sonu olduğu gibi askerlik hizmetimin de sonuna geldim. Şurada bir ay gibi kısa bir zaman kaldı terhisime. O günü Rabbim bize nasip ederse ahdim olsun seninle, annemle ve kız kardeşimle üç gün, üç gece hiç dışarı çıkmadan oturup hasret gidereceğim. Annemin pişirdiği yemekleri, bacımın demlediği çayları birlikte içeceğiz. O zaman özlemlerimiz de, hasretlerimizde son bulacaktır inşallah.
Mektup bu kadardı. Belli ki Mehmet bundan fazlasını yazmaya vakit bulamadan nöbet saati gelmiş ve görevine gitmişi ki bu mektubun devamını yazamamıştı. Yarım kalan bu mektubu göğüs cebine koymuş, o gün devriye hizmetini yaparken hain bir parmağın çektiği tetikle şehit olmuştu. Mehmet'in bu mektubu al kanından zar zor okunuyordu; çünkü hain mermi onu tam kalbinden vurmuştu. O mektup da kalbinin üzerindeydi.
Mehmet'in zatî eşyaları emanete alınmış, bir kutu içerisinde cenazesi ile birlikte doğup büyüdüğü memleketine gönderilmişti. Bu eşyalar içinde yarım kalmış kan ağlayan bu mektup da vardı.
Devlet şehidine karşı son görevini yapmış, törenle Mehmet ebedi yolculuğuna gönderilmişti. Ateş düştüğü yeri yakar misali komutanları, ailesi, yavuklusu hıçkıra hıçkıra ağladılar. Taziyeler alındı, dualar okundu ve aradan üç dört gün gibi bir zaman geçti. Baba Mehmet Efendi şehidiyle birlikte gelen kutuyu açtı, oğlunun al kanıyla allanmış mektubunu gördü ve başladı okumaya.
' Sevgili babacığım bizi askerlik hizmetine gönderdiğinizde davul zurna ile gönderdiniz. Git oğul. Vatanına, milletine, devletine, namusuna sahip ol dediniz. Bizler buraya geldik. Gecemizi gündüzümüze katıp vatan hizmetinin kutsallığına, mübarekliğine inanarak dosdoğru görevimizi ifa ettik.
Ancak karşımızda düşman göremedik. Karşımızda şerefli bir düşman yoktu. Karşımızda şerefsiz bir ihanet vardı, yalan vardı, soygun vardı, talan vardı. En önemlisi vatan hainliği vardı.
Nerde bir vatan haini varsa, nerde bir banka soyguncusu varsa, nerde tüyü bitmemiş yetimin, öksüzün malını çalıp çırpan varsa, nerde devletine ihanet eden, milletine ihanet eden, tarihine ihanet eden hatta hatta Sarıkamış'ta, Sakarya'da, Çanakkale'de şehit olan aziz şehitlerimizi soykırım yaptılar iması ile katillikle, canilikle suçlayan şerefsizler varsa. Bu şerefsizler yatında katında, dostlarının kucağında gününü gün ederlerken bizler yani gencecik fidan gibi vatanın öz be öz evlatları ise burada teker teker şehit oluyoruz.
Kime karşı, kimlere karşı?
Bu şerefsizler palazlansınlar, sömürülerine devam etsinler diye mi?
Yoksa bizim gece gündüz, eksi 30 derecede nöbette beklediğimiz güzel yurdumuzu bölsünler, parçalasınlar diye mi?
Dahası Avrupa Devletleri denilen haçlı ruhunun ülkemiz üzerindeki kirli oyunlarını istedikleri gibi sahneye koysunlar diye mi?
Kime karşı sevgili babacığım, kime karşı?
Bizler burada yirmi dört saat bayrağımız dalgalansın diye başımız gönderde, ellerimiz tetikte, bayrağımızı korurken, şehir meydanlarında bayrağımız yırtılsın, bayrağımız yakılsın diye mi?
Otuz bin kişinin katili o cani denize nazır kaloriferli hücresinde manzara seyretsin diye mi?
Karşımızda mert ve şerefli bir düşman yok ki babacığım. Karşımızda pusu var, ihanet var, alçaklık var, çukurluk var, döneklik var. En önemlisi hainlik var.'
Baba daha fazla devam edemedi gözlerinden akan yaşlar, oğlunun al kanıyla bezeli mektubunun üzerine damla damla düştü. Ve o mektup bir ay yıldız şeklinde göndere asılmayı bekleyen mübarek bir bayrak haline dönüştü.
Baba bu mektubu tekrar komutana götürdü. Komutan bu mektubun ikinci bölümünü kimin yazdığını araştırdı; ama bir türlü bulamadı ve gene ağzından o tek cümle çıktı. 'Allah kahretsin.' Acaba bu mübarek mektubu kim veya kimler yazmıştı?
Ama yazı aynı, yazgı aynı idi.
Baba tek oğlunun, tek ocak umudunun al kanıyla allanmış mektubu itina ile katlayıp öptü ve sol göğsünün üzerindeki cebine koydu.
Onunda ağzından bir tek cümle çıktı 'VATAN SAĞOLSUN.'

*****

23 Mart 2006 Tarihli Nurhak Gazetesinde yayınlanmıştır.

Mehmet Şükrü Baş


Takvim yaprağını koparmıyorum çok uzun süredir. Artık tv, radyo izlemiyor dinlemiyorum. Sokağa bakan pencereyi ise hiçç açmıyorum. Bilmek istemiyorum dışarıda neler var, kaç insan orada, bu gün hangi maskeleri takmışlar. Gideli ne kadar zaman geçti, ardından bakmadığımdan bilmiyorum. Gözlerimi alamam gittiğin yoldan diye, o yolun yönünü bile bilmek istemiyorum. Ama geçen gün 23 Nisanmış Öğrendim. Sokaktan çocuklar geçti ellerinde bayraklar ile. Ve ne kadar uzun süre olduğunu farkettim. Çookk geçmiş üstünden şu bizim ahşap kapı çalınmayalı. Babana derdim zil taktır diye. İki ellerinden biri ile çalısınlar derdi hep. Özledim onu. Çok tartışsakta bir sesmiş, bir nefesmiş bu evde. Kıskanıyorum onu. Şimdi sana çok yakın diye. Beğenmediysen kaldırayım o çiçekleri. Ben sevdim renklerini, güzel açıyorlar. Adam '' oraların toprağını sever bunlar'' dedi. Birçok kişi almış ama ben göremedim hiç senin çiçeklerden. Sen birbaşkasın zaten. Sende herşey imkanlı olur, yakışıyor. Geçen televizyondan geldiler. Yüreğim bir kez daha dağlandı. Senin fotoğraflarını istediler, vermek istemedim. Nazar değecek sana diye dokunmalarını bile istemedim. Masanın üzerindekini gördü biri. Aldı ve fazla sürmeden yerine koydu anlamadım.
- Evet sayın seyirciler. Şimdi şehit yüzbaşı'nın evindeyiz. Babası oğlunun ölümüne dayanama¤¤¤¤¤ bir kaç gün sonra kalp krizinden öldü. Artık dur demek istiyoruz..............
Aman senden nasıl bahsetti öyle dondum kaldım. Ağladım oğlum sözümü tutamadım. O kız o tv dan gelene kadar dayandım da, o kız yaşananları milyonlara anlatırken bir tokat gibi çarptı gerçekler. Dayanamadım, dayanamıyorum. İşte o yüzden açamıyorum televizyonu, radyoyu. Bir asker şehit olmuş diyecek diye kahroluyorum. Hani anlattım ya yollara bakamıyorum diye, sanki oradan geleceksin diye bakıyorum, gelmeyince yıkılıyorum oğlum. Takvim yapraklarını inadına koparmıyorum, sensiz zamanım geçmiyorki koparayım. Ben annem dediğin o günlerde yaşıyorum. Sana gelmeden babana uğradım. Kıskanmasın diyorum ama söylemedende duramıyorum. ''Bey bizim oğlanın çiçekleri seninkinden daha güzel duruyor''dedim. Ama bozulmuyordur oda, çünkü sen onun oğlusun, benim olduğu kadar. Haberini ilk ona söylemişler, dayanmadı yüreği.. Ahhh neyse.. Çiçekler diyordum. senin çiçeklerinin tohumu özel. Baban duymasın. hayatta ikende böyle yapıyordum. Her şeyin en iyisi sana idi. Farkediyordu galibada birşey demiyordu. O da seviyordu seni sevmezmi? sen onunda oğlusun. Ama zaten sende herşey güzel duruyordu. Hele o üniformalar. Hani deseler şansın olsa oğlunu birdaha asker yaparmısın?? Asker ol derdim yine sana oğul. Çünkü bilirimki sen yine rahat yatıyorsan mezarında bu asker sayesindedir. Bilirimki ben huzurlu uyuyorsam evimde asker sayesindedir. Benim askerlerim, şehitlerim sayesindedir. Şöyle bir baktımda Çiçekler Sende Herkesden Daha Güzel Açıyor..
Bir daha seni göreceğim yavrum ve işte o zaman asla ayrılmayacağım yanından. Kendimi pek iyi hissettmiyorum oğlum. Bir müddet gelemem belki. merak etme olurmu?? Baban ile yanınıza en kısa zamanda geleceğim.

- Sayın seyirciler, şehit annesinin son nefesini verdiği yer, şehit oğlunun mezarı oldu. içleri acıtan bir vedanın ardından, yürekleri burkan bir kavuşmada diyebiliriz bu görüntüye.............



kizilirmak - 31.01.2006, 13:21
ALIN SiZE BiR SEHiT MEKTUBU (((
Benden size kendimin değil;Bir Şehidimizin ölmeden önce yazdığı bir mektup yayınlıyacağım buyrun .........

Mayına basan aracın içinden, tam on dört metre uzağa fırlayan bir arkadaşınız oldu mu sizin? ?Yenge vallahi az önce yanımda oturuyordu, şimdi dışarı çıktı? diye yalan söylediniz mi karısına? Dükkânına girip alışveriş yaptınız mı bir esnafın?
Gomane tepenin zirvesinden, içinde eşinizin, çocuğunuzun bulunduğu lojmana doğru yanarak gidip evinizin duvarında patlayan RPG-7?leri izlediniz mi siz?
Ama yine de bulunduğunuz görev yerini terk etmeden, acaba öldüler mi, yaralandılar mı, diye sabaha kadar hiçbir haber alamadan beklediniz mi?
?Ben bu insanlar rahat uyusun diye buradayım, ama neden benim aileme saldırıyorlar? diye düşündünüz mü hiç.
Evinizin roketlendiği mahalleden ve hatta roketin atıldığı, makineli tüfeğin yanı başında çalıştığı evin sakinlerinden, ?vallahi biz bir şey görmedik? dediklerini duydunuz mu kulaklarınızla?

Şemdinli?yi bileniniz var mı? Hiç gitmişliğiniz, Otuz iki virajları aşıp, Kaymakam çeşmenin soğuk suyunu hiç içmişliğiniz var mı? Her sabah uyandığınızda size merhaba diyen Efkâr tepeyi, Gomane tepeyi gezdiniz mi karış, karış?

Her şeye rağmen deyip görevinize devam ettiniz mi? O patlamalardan dolayı yıllardır psikolojik tedavi gören bir çocuğunuz veya çocuğu bu yüzden tedavi gören bir tanıdığınız oldu mu? Hiç böyle bir baba?nın veya Anne?nin yüz ifadesini gördünüz mü?

Tabancanızı evinizde bırakıp ? bir şey olursa, eve girmeye çalışırlarsa gerekeni yap, son iki mermiyi de kendinize ayır, ellerine sağ geçme? diyerek her defasında eşinizle helalleşip çıktınız mı evden, ya da böyle bir tanıdığınız oldu mu?

Sürekli telsiz anonslarını dinlediği için, ilk kurduğu cümle ? atışlar normal? olan bir çocuğunuz oldu mu sizin?

Lojman?ın emniyetini sağlayan silahlı nöbetçilerin yanında mı oynadı çocuklarınız ve uzaktan dahi gelse, her silah sesinde o çocukların evlere, mevzilere nasıl koşturduğunu, koşarken düşenlerin nasıl yerlerde sürüklendiğini, nasıl hıçkırarak ağladıklarını gördünüz mü hiç?

Bu gün yaşanan olayların, ilk olduğunu mu sanıyorsunuz?

Bunları yapmadı ve yaşamadıysanız eğer, orası hakkında bildiklerinizin hiç bir kıymeti harbiyesi yoktur efendiler. Affedersiniz bu kadar net konuşmak istemezdim ama ne yazık ki sabrım tükendi artık.

Siz oturduğunuz ceylan derisi koltuklarda belki farkında değilsiniz, belki de umurunuzda değil ama orada görev yapan insanların öncelik sıralarında, ailelerinden önce vatanları geliyor, yeminleri geliyor. İşte bu yüzden mevzilerini terk edip ailelerinin yanına koşmuyorlar. Biz de onun için koşmadık zamanında görevimizi bırakarak. Yüreğimiz titreyerek bekledik ama görevimizin başında, dağda, hudutta bekledik efendiler, görevimiz bitene kadar bekledik.

Bu insanlar tüm bunlara vatanları için, üstüne el koyup yemin ettikleri bayrakları için katlanıyorlar, sizin başınızın üzerindeki, ama nasıl sağlandığını bile bilmediğiniz ?egemenlik örtüsü??nün bekası için katlanıyorlar.

Peki, onlar bu şartlar altında görev yaparken siz veya sizden öncekiler bu fedakârlıklara liyakat gösterebilmek için, geçmişte ne yaptınız, Şimdi ne yapıyorsunuz?

Anıtlaştırılan terörist mezarlarının hesabını mı soruyorsunuz?



O cenaze araçlarının görevlendirme emrinde kimlerin imzasının olduğunu mu araştırdınız?

Başbakana güç gösterisi yaparak ?uçaklardan ve validen hoşlanmadık, ayrıca dağdakilerden vazgeçmeyiz? diyenlere mi hesap sordunuz yoksa?

Ya bütün kutsal değerlerimize söverek ayaklanan kalabalıklar, onlara devlet?in varlığını mı hissettirdiniz?

Baldırı çıplak peşmergelerden tutun da, Danimarkalısından, Hollandalısından, Rum?undan duyduğunuz her türlü hakaret ve aşağılamaya cevap mı verdiniz?

Roj TV muhabirlerinin nasıl olup ta olaylardan 3 dakika sonra canlı yayın yaptığını mı buldunuz?

Bir el bombasının nasıl olup ta o kadar hasar meydana getirdiğini mi, Almanya ile yapılan telefon konuşmasını mı, o kalabalığın nasıl bir anda örgütlendiğini mi, araştırdınız?

Arabası parçalanarak yakıldıktan sonra, şerefsizce ve insafsızca dövülerek komaya sokulan uzman çavuşu mu, evi kurşunlanan polisi mi, okulunda tartaklanıp kovalanan asker çocuklarını mı, araştırdınız?

Bütün bu eylemleri kimin planladığını ya da organizasyonu kimin veya kimlerin yaptığını mı, o gün halkı sürüsünü idare eden bir çoban maharetiyle kimlerin idare ettiğini mi araştırdınız?

Hayır, bunların hiçbirisini yapmadınız. Siz ne yaptınız peki?

Sizin farkında bile olmadığınız değerler için orada görev yapan bir astsubay ve bir uzman çavuş bulup, sonra bütün aydıncıklar, sağduyucular, mozaikçiler, üst kimliği, yan kimliği, alt kimliği olanlar ve hatta kimliksizler, sonra dalkavuklar, sendikacılar, susurluk paranoidleri, Soroscular, hülasa ne idüğü belirsiz, ne kadar adam varsa etrafınızda, bila istisna topunuz bir koro nizamında toplanıp, koroyu kimin yönettiğine bile bakmadan-ki ben bundan emin değilim- ? Vurun Kahpeye? konseri verdiniz.

Yanlış şarkıyı çalıyordunuz ama çaldınız, sesler, akortlar, notalar hep bozuktu ama yinede çaldınız, orkestra şefi, ?müzik? demişti nasılsa.

Şimdi yapılan araştırmalar neticesinde şu anda bile kuvvetle muhtemel olan sonuç çıkarsa ki bu sonuç, olayların altından terör örgütü ve onunla beraber bazı gizli servislerin çıkmasından doğacak sonuçtur, o vakit ne yapacaksınız?

Allanıp pullanıp önüne çıkarak tek, tek arzı endam ettiğiniz o basına(!) bu defa ne söyleyeceksiniz? Acaba yapacağınız hangi açıklama ile durumu kurtarmaya çalışacaksınız?

Bir açıklamanız var mı efendiler? Daha doğrusu bir ?B? planınız var mı?

Ama bana sorarsanız, sizin minik kafalarınızı böyle şeylerle yormanıza gerek de yok zaten. Zira sizin adınıza orkestra şefi düşünür, besteler, önünüze koyar ve size de yine icra-i sanat etmek kalır ki bu, yani başkalarının bestelerini okumak zaten sizin en iyi yaptığınız şey değil midir? Ne demişler ?gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım?.

Yapın efendiler; vazifenizi yapın, hem de gözünüz kapalı yapın. Açarsanız gözünüzü belki Türk Bayrağına sarılı tabutları görürsünüz, ağlayan ailelerini, yetim çocuklarını görürsünüz de vicdanınız depreşir, vazifeniz yarım kalır. Sonra ne der Avrupalı, değil mi?

Hatta bakın ne diyeceğim, asın gitsin o astsubayla uzman çavuş?u, Şemdinli?yi, Yüksekova?yı, Hakkâri?yi de belediye başkanlarına teslim edin, seçilmiştir nihayet atanmış değil. Öyle Vali?ye filan da gerek yok canım, boşa zahmet. Tayin et, beğenmediler değiştir, ne lüzum var efendim. Bir belediye başkanı ile ulemadan bir zat-ı muhterem yeter de artar bile.

Siz de bu arada sanatsal sergiler açın, fotoğraf çekin, resim yapın, medeniyetleri buluşturun, dinlere diyalog kurdurun.

Değil mi ki ateş düştüğü yeri yakar. Ateş sizin yüreğinize mi düştü sanki? Bölen bölsün, satan satsın, Avşar?ı da ayırsınlar, Yörüğü de ayırsınlar, dadaşı da, sarışını da, esmeri de.

Şehirleri, köyleri, mahalleleri hatta ev ev ayırsınlar Türk Milletini, size ne gam efendiler.

Siz fotoğraf çekmeye devam edin. Fakat unutmayın ki bir gün sizin de bir fotoğrafınızı çeken çıkar elbet. Ama o fotoğraf hangi salonlarda, nasıl teşhir edilir bilemem. Malum ya yaşlı tarih fotoğrafları çekilip, tozlu sayfalarında bir yerlere asılmış liderlerin, fotoğrafları ile doludur.

VARLIĞIM TÜRK VARLIĞINA ARMAĞAN OLSUN


Sevgili Ailem

İlk önce hepinizi çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Bu mektup ancak ben öldükten sonra sizin elinize geçecektir. Beni asla unutmayın. Hep kalbinizin bir köşesinde saklayın. Şunu asla unutmayın. Allah'ın verdiği canı Allah'tan başkası alamaz. Bu yüzden üzülmeyin. Yalnız size söylemek istediğim bir şey var. Ben Burcu’yu çok seviyordum ve bu sevgimi de mezara götürüyorum. Ben burda öldümse Allah yolunda, vatan namus ve millet yolunda öldüm. Benimle aslında gurur duyun ve gülün. Asla ağlamayın. Eğer ağlarsanız ben yattığım yerde rahat edemem. Dedeme de hepinizin selamını söylerim. Kendinize çok iyi bakın. Sizleri çok seviyorum. Hepinizi çok özledim. Oğlunuz. Yazacak başka bir şey bulamıyorum.

Serhat Gencer
Dz.P.Astsb.Çvş.




'Rüyamda azraili gördüm, canımı almaya gelmişti'

Hakkâri'de mayına basarak şehit olan Onbaşı Karaçor, teyzesinin kızına gönderdiği fotoğrafın arkasına, "Rüyamda Azrail'i gördüm, canımı almaya gelmişti" diye yazmış

Hakkari'nin Çukurca ilçesinde önceki gün mayına basarak şehit olan komando onbaşı Sedat Karaçor'un cenazesini Atatürk Havalimanı'ndan almaya gelen yakınları gözyaşlarına boğuldu. Anne Zerihan Karaçor ise bir yandan oğlunun Türk bayrağına sarılı tabutunu askerlerle birlikte omzunda taşırken bir yandan da terör örgütüne lanetler yağdırdı.

THY'nin tarifeli uçağıyla dün Van'dan İstanbul'a getirilen şehit Karaçor'un cenazesi, Türk bayrağına sarıldıktan sonra askerlerin omuzunda cenaze aracına taşındı. Bu sırada gözyaşları içinde askerlerin arasına giren anne Zerihan Karaçor, tabutu omuzla¤¤¤¤¤ cenaze aracına kadar taşıdı. Terör örgütüne lanetler yağdıran anne Karaçor, sinir krizi geçirdi. Şehit Karaçor'un dayısı Bayram Karakurt, "Sedat, ağabeyinin nişanı için izin almıştı.
Anne ve babasına sürpriz yapmak için bugün İstanbul'a gelecekti. Parası olmadığı için benden rica etmişti. Ben de hesabına biraz para yatırmıştım. Onu ben karşılayacaktım. Ama cenazesi geldi. Acımız çok büyük" diye konuştu.

'Başka analar yanmasın'

Ataköy 5. Kısım Camisi'ndeki cenaze törenine İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah, 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Ethem Erdağı, 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral Cengiz Arslan'ın yanı sıra çok sayıda vatandaş katıldı. Törene gelen şehit yakınlarından bazıları kürtçe ağıtlar yaktıkları görüldü.
Kortejde yer alan ve ellerinde Türk bayrakları bulunan bir grup tekbir getirerek 'Kahrolsun PKK', 'Şehitler ölmez, vatan bölünmez' diye slogan attı. Fenalaşan anne Karaçor, "Başka analar yanmasın" diye gözyaşı döktü. Karaçor'un cenazesi, Edirnekapı Şehitliği'nde toprağa verildi.

'Sevdiğimi bir daha göremeyeceğim'

Şehit Karaçor'un bir süre önce teyzesinin kızına gönderdiği fotoğrafın arkasına yazdığı şu satırlar okuyanları gözyaşlarına boğdu: "Bir gece birisi beni uykumda uyandırdı. 'Kimsin' diye sordum. 'Azrailim' diye cevap verdi. 'Ne istiyorsun?' diye sordum. 'Canını almaya geldim' dedi. İşte o an ölüme isyan ettim. 'Neden bu kadar ölümden korkuyorsun?' diye sordu.'Çünkü sevdiğimi bir daha göremeyeceğim' dedim. 'O'nu çok mu seviyorsun?' dedi. 'Hem de ölümüne kadar' dedim. Baktı ve geri dönüp gitti. 'Nereye, canımı almıyor musun?' diye sordum. 'Sen zaten ölmüşsün, ağlayanın yok' dedi."


Canım Oğlum,

Nereden, nasıl başlasam bilmiyorum. O kadar özledim ki seni…

Canım yavrum, sen bizim ilk göz ağrımızdın.. Dört gözle beklemiştik babanla doğumunu… Dokuz ay sonra hastanede seni kucağıma bıraktıkları ilk gün vuruldum sana… Ne güzel gözlerin vardı, ışıl ışıl… Öyle güzel kokuyordun ki… Evimize neşe getirdin. Bir de hep uslu çocuktun, hiç üzmedin beni… Ne sık sık ağladığını bilirim, ne de yok yere huysuzlanmanı… Uyurken bile gülümserdin, meleklerle oynadığını düşünürdüm. Hastalanırsan başından ayrılmazdık, babanla nöbet tutardık sabaha kadar… İlk adımını unutamam, sonra ilk ‘anne’ deyişini… Hep üstüne titredik.

Sonra büyüdün… Zaman su gibi geçiyor. Her dışarı çıkışında, her seyahatinde sana belli etmedim ama yüreğimden neler koptu.

Bir tek seni askere uğurlarken rahattım. Komutanlarının sana gözü gibi bakacağından emindim. Bir süre sonra Güneydoğu’ya gideceğini haber ettin. O kadar heyecanlıydın ki, öyle emin konuşuyordun ki… “Göreceksin anne, bu devlet düşmanlarına gereken cezayı vereceğim. Vatanımın dağlarını bu eşkıyalardan temizleyeceğim” diyordun. Hep komutanlarının iyiliğinden, arkadaşlarından bahsettin. Rahatlığın, güvenin bizleri de rahatlattı. Sana sadece “Kendine dikkat et evladım” diyebildim. Ne de olsa seni bugünler için yetiştirmiştik. “Merak etme” diyordun, “Merak etme annem. Kalbini rahat tut!” Bir gün merakta bırakmadın bizi, fırsatın oldukça sık sık aradın, ayda bir mektubunu aldık. Mektubunu dakikalarca kokladığımı bilirim. Gönderdiğin fotoğrafları baş ucumuza koyduk.

Son mektubunda “Ben şehit olursam, ağlamayın sakın! Düşmanları sevindirmeyin.” diyordun. Telefonda “O nasıl söz oğlum” dedim. Sustun, sanki içine doğmuştu. “Hakkını helal et, güzel annem” dedin. Nereden bilirdim bu konuşmanın seninle son konuşmamız olduğunu… Baban duymuş önce, haberlerde söylemişler. Söylemediler önce bana… Kardeşin de sakladı. Ana yüreği bu, hissettim ben… Sonra öğrendim ki, pusuya düşürmüşler, çıkan çatışmada vurmuşlar seni… Elleri kırılsın o zalimlerin… Sanki canımı aldılar, sanki dünyayı başıma yıktılar. Bir ateş ki yüreğimin tam ortasına oturdu. Komutanlarınla görüştük, seni çok övdüler. “Kahramanca çarpıştı. Kanı yerde kalmayacak. Bizi de evladınız sayın artık.” dediler. “Vatan sağolsun” dedim. Oğlum seninle hep gurur duydum, sağlığında bir gün olsun boynumuzu eğik gezdirmedin … Cenaze töreninde de başımız dik, gururluyduk. Sana sözümüzü tuttuk, bir damla gözyaşı göstermedik, namertler sevinmesin diye… Hep içimize akıttık gözyaşımızı… Bayrağa sarılı tabutunu öptüm. Ben senden bir saat, bir dakika ayrı kalamazdım, şimdi seni nasıl toprağa koyacaktım a canım oğlum!

Aradan onca zaman geçti. Acın, hasretin içimizde yavrum… Bir kerecik bile olsa kokunu alabilsem, saçlarını okşayabilsem, öpsem gamzenden… Sevindirici bir haberim var sana… Komutanların sözünü tuttu yavrucuğum, kanın yerde kalmadı, sana kıyanları tez zamanda buldular, cezalarını verdiler. Cenazene gelmeyenler, cenazene gelmeye utananlar, “senin gibi ana kuzularını vuranları affettiler yavrum… Acımıza, acı eklediler.” Onları affetmeyeceğim. Canım oğlum, fırsat buldukça yanına geliyorum, dertleşiyorum seninle… Sağolsunlar, komutanların her fırsatta gelip misafirimiz oluyor. Yokluğunu aratmıyorlar. Yakında kardeşin de askere gidiyor. Bu vatana bir arslan verdim, gerekirse ikincisini veririm. “Vatan Sağolsun”

Seni çok seven annen…

 
 

Dans eden yazi